Tuesday, May 28, 2013

Gördüğünüz gübü yine ben. Blog yazma konusundaki ısrarım sürüyor.

Dün akşam gökçeyle yogaya gidiyoruz diye evden çıkıp, kendimizi allsports cafede bir şişe beyaz şarap söylemiş otururken bulduk. Orda yeni başlayan ve dolayısıyla bizi tanımayan çocuk yaşıma inanmayıp şarap satmamak konusunda ısrarcı davransa da, 26 yaşımdayım dediğimde kaş göz mimikleriyle bunu belli etse de şarap o kadar iyi soğutulmuştu ki fazla kızamadık. Bazen bunu yapıyorlar garsonların espri yetenek(siz)lerine bağlıyorum ama bu seferki ciddiydi. Bunu telafi etmek için sabah yedibucukta kalkıp spor yapalım sözleri de böylece yalan oldu tabi ki.

Bir iş/ staj görişmesinden çıkıp geri aranmadığım için günlerimi neyimi beğenmediklerini düşünmekle geçiriyorum. Tamam sekiz senedir okul okuyorum ama onun harici beğenilmeyecek hangi özelliğim vardı. Ayrıca ben meraklı değilim sadece o stajı yapmak zorundayım. Belki de meraklı olmadığımı anlamışlardır. Evet sanırım şu an bi aydınlanma yaşadım ve sorunu çözdüm. (Yazmanın faydaları)

Bir de şöyle bir mantık var ki özellikle notlar kötü olunca hocaların favori cümlesi, bilmemneyi bile yapamadınız, sizden mühendis olmaz! Sanki dünyanın en asil, en insanlığa ve kendine faydalı mesleği, ömrünün geri kalanını mutlu geçirmenin anahtarı, hayattaki herkesin tek emeli, mühendis olmak. Napalım girmişiz bi kere boğaziçine, yarıda bırakıp yok ben çok idealistim mühendisliğiniz batsın diyip tekrar test çözmeye mi başlasaydım? Sonra diyelim ki çıktım ne olucam? Ortaokuldan beri vücudum okul ve ders diyince alerjik reaksiyon gösterdiği için, o çok sevdiğim psikoloji yada edebiyat okusam da ben yine mutsuz olabilirdim. (Belki de kendimi kandırıyorum?) neyse. Pazarlamaya falan yönelenler için de şöyle cümleler duyuyorum arada, o kadar bu bölümün zorluğunu çekti çalıştı, şimdi kendine yazık ediyo bari işletme okusaydı kolaydan. Bu cümleler zaten
neresinden tutsan elinde kalıyor da, en azından dört sene çekti ömür boyu da çekmeye devam etsin
mantığına nasıl ulaşıyor mühendis kafalar onu merak ediyorum.

Bir de anlayamadığım bişey var. Haftada bir gün, neredeyse yevmiye alacakmışım gibi sabahtan akşama evde temizlik yapıyorum. Sanki diğer insanlar hiç evini temizlemeye ugrasmadan evleri temiz duruyormuş gibi geliyor. Çözemedim gitti.

Vinyasa çok eğlenceli. Akşam olmasını bekliyorum.





Thursday, May 23, 2013

Bu aralar ben temalı fotoblog. Sonunda bi tek çok parantezli gülücüğü eksik.







Monday, May 20, 2013

Başım dönerek uyandım bu sabah sonra da bütün gün kafamı yastıktan kaldırmamak suretiyle ve moral bozukluğuyla uyudum. Akşama doğru kumrulara gidecek olmamın verdiği heyecanla biraz dinçleştim, duşumu aldım, mertle iki bölüm beavis and butthead izledim ve sonra onun bir bölüm de kritik anlar izleyelim öyle çık sözlerine kanmamayı başararak evden çıktım. Dilarayla buluşup, yoldan bir şişe şarabımızı kapıp kumrulara gittik. İlk kez evlenen arkadaşım oluyordu ve ilk kez evli arkadaşlarımın evine gidiyordum. ilk başta kendimi hala 19 yaşında sandığım için bu durumuma hayret etsem de eve girdikten sonra herşey çok olağan, yıllardan beri böyleymiş gibi doğal ve eğlenceliydi. Mutfakta özgür noodle yaparken biz salataya yardım ettik, mutfak sohbeti yaptık oradan da masaya geçtik, mis gibi salatamızı ve noodleımızı yedik şarabımızı içtik. Dilara ile kumruyu ne kadar çok özlediğimi hatırladım bu arada. Eskiden ben acıbademde dilara koşuyolunda otururken neredeyse her gün buluşurduk komşuculuk oynardık ve birbirimizin hayatında olan her seyden haberdardık. Ama dilara hala bıcır bıcır çok konuşuyor kumru hala çok tatlı ve onlarla birlikte rahat ve mutluyum, yani değişen hiçbir şey yok aslında. Saat 12yi geçerek eve geldiğimde bir makine çamaşır yıkayıp yüzümü temizlerken bu geceye dair biçok şey düşündüm. Diyet, evlilik, yuksek lisans, acıköğretim, spor, kararlılık, edebiyat, iş kurmak... Bunları düşündüm çünkü hayatımdaki insanlar inspirational insanlar. Bu bir insanın başına gelebilecek en iyi şey bence.

Tuesday, March 19, 2013

Geçen hafta eskiden çok gittiğimiz bi meyhaneye gittik, türkçe şarkılar çalıyordu. Sonra ben çok çok uzun zamandır türkçe tek bir şarkı bile dinlemediğimi farkettim. Ne eskilerden ne şimdikilerden. O yüzden müslümün cdsini aldık yol cdsi yaptık. Bi de eve gelince yalın indirdim.

---


"Kambur’u yazdığımda 18 yaşındaydım. O kitap benim için bir yazarlık ya da kariyer başlangıcı değil, bir duygu durumuydu. Bile isteye yazılan, başka bir şey de yazılabilecek, başka türlü de yazılabilecekken yazılan bir metin değildi. Buna sebep eserden ziyade duygu durumu olduğunu söyleyebilirim. Uyandırdığı etkiye çok aşina değilim vakit iletişim yolları kapalı, düşünceler ve hissedişler insanların içine sırlıydı. Kambur, tuhaflığın ve orjinal olma gayretinin olmadığı daha saf bir zamanın daha saf insanları için hatırası olan bir metin olabilir, benim için de öyle. Kambur’un asıl okurlarını zaten ilk basıldığı 93, 94 yıllarında okuyanlar saymaya meyilliyim. Ben de onlar da şimdi söylesem anlaşılmayacak bir haldeydik okurların yıllar sonra beni hala hatırlayıp sahip çıkmalarına da hem şaşkın, hem müteşekkirim, hatta başka, zor bir haldeyim. Ancak Kambur’u yazdığım günümde ve yaşımda o sonsuz heyheylerim, yanı başımdaki çok derin kederlerim, deliliğim ve cinnetim kısacası o kitabı oluşturan her şey ciddi ve sahici bir yazar oluşturmaya yetecek şeyler değildi. Ama o hal tümüyle sahiciydi. Çünkü ben daha yazmak nedir, bilmiyordum.
Ancak tüm cehaletime, gençliğime rağmen çok okumaya, yükseklikleri sezmeye, derinliklerden başı dönmeye, sarsılmaya, kendinden hemen vazgeçmeye, yüksek sanatları sezdikçe elindekileri tasnife… hep yakın ve bu yapıda birisi idim. Gerçek ve oluşturulabilmiş eserleri, edebi ve felsefi metinleri kendime yaklaştırdıkça kendimden vaz geçiyordum. Geçtim de, hem de kolaylıkla, bir an bile bu halimle idare ederim diyemedim, kendimi utandırıcı buldum. Diyebilirim ki o şekilde devam etsem bir on yıl gittikçe marjinalleşerek kendimce bir hüküm sürerdim, şimdiye de biterdim, çünkü aslında başlamamış olurdum. Bütün iş bir şeyler yapmak, üretmek, kazanmak değil olgunlaşmakta. Çoğu kişi sadece ve sürekli bir şeyler yapıyor ama hiç olgunlaşmıyor. Buna sebep aslında bu ortaya konulan sonu gelmez yığınların hemen hiçbiri bir şey değil. Yaşayan insanların çoğu maalesef bir şey değil. Yapmak sonradan olacak birşeydir. Olduktan sonra zaten olmasa ne olur?
Kambur’dan hemen sonra okumaya yurtdışına gittim ve arkamı unutmaya çalıştım. Döndüğümde yalnız olmaya derin bir ihtiyacım ve hayranlığım vardı. İşim rast gitti, çünkü böylesine, her şarta razıydım. Saat tamircisi oldum ve atölyeye kapandım. Elbet geçen zamanda geçenin tümünün aslında benim ömrüm olduğunu bazen müthiş bir keder ve zor zapt edilen bir sızı ile yaşadım. On sekiz yıl aslında geçen her gemiye binmek, her trene her uçağa atlamak isteyen olarak kıpırtısız, sabit sadece baktım. Hayatta becerebildiğim bir şey varsa o da herhalde budur. Bu sürekli bakış bana gün günden yıl yıldan bir derinlik ve kendi kendimle anlaşabileceğim ve anlatabileceğim bir lisan verdi. Teselli verdi, önüm ve manzaram açıldı, on beş senenin sonuna doğru biraz biraz rahatlamaya başladım. Anladım, kabulüm kolaylaştı, üstüme bir tat geldi. Ertesi sene Zamanın Farkında’yı yazmaya başladım, sonra Coşkuyla Ölmek ve bu zamandan çıkan bir kitap daha. O bir müddet sonraya."


Şule Gürbüz


http://www.okuryazar.tv/index.php/sule-gurbuz-coskuyla-olmek.html



Wednesday, December 5, 2012

Bütün gece aklıma o gelmişti. ortak bi arkadaşımızın düğünündeydim. sevgilim bütün ısrarlarıma rağmen benle gelmemişti. yalnızdım. arkadaşıma baktığımda onu hatırlıyordum. bir yandan da onu düşündüğüm için sevgilime ihanet ediyormuşum gibi bir utanç duygusuna kapılıyordum. acaba düğünden haberi var mıydı. aslında onu senelerdir aramamıştım. öfkeliydim, kırgındım. son zamanlarda öfkemin ve kırgınlığımın azaldığını hissediyordum aslında. hiçbişey için karşındakini bir ömür boyu suçlayamazsın sonuçta. sonra telefonum çaldı. arkadasıyla maç izlemekte olan sevgilim benle konuşması gereken bişey olduğunu söyledi. düğünden fırladığım gibi çıktım, aslında hiçbi belirtisi olmamasına rağmen ne diyeceğini hissetmiştim. belki de duygusal olarak en yaralandığım andı onu iskelenin önünde beklediğim an. saçlarım topuz, topuklu ayakkabılarım ve elbisemle bulunduğum yere hiç yakışmıyordum. sonra o geldi, tahmin ettiğim şeyleri söyledi. bende olmayan ne vardı ki dedim. gitti. hiçbişey hissetmedim, bıçak kesse kanım akmaz gibiydi o an. hiç ağlamadım. hiç düşünmeden onu aradım, düğünü söyledim. oralardaymış yanına gittim. üç sene önceki gibiydi hersey. kimseye bişey anlatmadım o gece. hiçbişey yokmuş gibi davrandım. az önce sokak ortasında üç senelik ilişkisinin bittiğini öğrenen kadın ben değildim. sanki üç sene öncesinden devam ediyormuş gibiydim.  hala düşündükçe hiç ağlamamama şaşırıyorum. ben ki başım ağrısa ağlamaya başlayan bi insanım. diğer ortak arkadasları, ailesini, işini, okulunu konuşurken iyiydi herşey. sabah olana kadar bira içip konuştuk. ve o gün son oldu. damdan düşer gibi kimsenin hayatına girmeye hakkım yoktu. ertesi gün çok ağladım. yakınımda herkese başıma geleni binlerce kez anlattım. bikaç gün ağzıma bi lokma yemek bile atamadım. zamanla acın geçecek dediler, inanmadım. tuhaftır bu sefer hiç öfke duymadım. eskiden olsa ağzıma gelen küfürleri etmek için bin kez telefon açardım. yapmadım. dostlarım yanımda oldular. en beklemediğim insanlar en çok desteği veren oldu. beni yalnız bırakmayan, telefonda saatlerce dinleyen, bana evini açan. annem bu kadar kaptırdığını bilmiyordum dedi, babam kızımın da kalbini kıran bi erkek çıktı erkekler böyledir dedi, halalarım güç ve moral verdi. hikayeler dinledim. kitaplar okudum. zamanın herşeyin ilacı olduğuna inandım. toparlandım sandım. bu sabah çekmeceleri toplarken o gecenin düğün davetiyesi çıktı. bu hikayeyi ağlayarak yazdım.

Friday, August 24, 2012

...  kuzuyuz biz bi kere, bizim ailede halam gibi sabahları penceresinin önünde adaların önünden kırmızı keloğlan teknesinin geçmesini bekleyen bir halamız var, nasıl olur da küçücük bir teneke kutu içinde çalışmak bizi mutlu edebilir ki. belkilere kalmasa keşke işimiz ama belki de istediğin bir fırsat çıkacak karşına. babam hep bazı şeyler istediğimiz gibi olmuyor hayatta napalım der ama sen hep düzeltmeye, elinden geleni yapmaya çalışırsın, evini değiştirirsin, araban olur, olur bunlar ablişim. sen öyle bir yerde asla çalışmazsın biliyorum eminim, öyle yerlere de layık değilsin zaten, gerçekten. keşke şu okuldaki tiplerin hepsini alıp oraya kapatabilsek, biz de ofislerimizde çiçeklerimizi sulasak. sen ümidini kaybetme, bugün senin sorduğun soruyu babama da sordum, hani bizim gibi insanlar kalmadı mı diye, var var çok var merak etme dedi. (ona da bizim yazlık en güzel yazlık gibi geliyormuş orcan filan herkese en güzel gelirken) sen kendi doğrularında kendi istediklerinle yaşa dedi bana. böyle sözler bi kitapta okuyunca çok klişe gelir ama babanın ağzından duyunca insan bi silkeleniyor. belki de gerçekten var az da olsa güzel insanlar dışarda, kıymetli insanlar. biz de kıymetliyiz, annemiz babamız halamız bizi ağaç kovuğunda bulmadı ya :)

 **

 benim bi canım var, o da benim kardeşim. bizim gizli bi sayfamız var, sadece birbirmize mektuplar yazdığımız. işte bu da, benim canımın çok sıkkın oldugu bi gün bana yazdığı yazı. 

*

başka insanları, başkalarının avamlıklarını, görgüsüzlüklerini, hırslı dünyalarını, küçük hayatlarını, hayalsiz yaşamlarını, başarı öykülerini, gurulanma, böbürlenmelerini, sığlıklarını, hikayelerini dinledikçe hep şu soruyu soruyorum kendime: "bizim gibi insanlar hiç mi kalmadı?"