Wednesday, December 5, 2012

Bütün gece aklıma o gelmişti. ortak bi arkadaşımızın düğünündeydim. sevgilim bütün ısrarlarıma rağmen benle gelmemişti. yalnızdım. arkadaşıma baktığımda onu hatırlıyordum. bir yandan da onu düşündüğüm için sevgilime ihanet ediyormuşum gibi bir utanç duygusuna kapılıyordum. acaba düğünden haberi var mıydı. aslında onu senelerdir aramamıştım. öfkeliydim, kırgındım. son zamanlarda öfkemin ve kırgınlığımın azaldığını hissediyordum aslında. hiçbişey için karşındakini bir ömür boyu suçlayamazsın sonuçta. sonra telefonum çaldı. arkadasıyla maç izlemekte olan sevgilim benle konuşması gereken bişey olduğunu söyledi. düğünden fırladığım gibi çıktım, aslında hiçbi belirtisi olmamasına rağmen ne diyeceğini hissetmiştim. belki de duygusal olarak en yaralandığım andı onu iskelenin önünde beklediğim an. saçlarım topuz, topuklu ayakkabılarım ve elbisemle bulunduğum yere hiç yakışmıyordum. sonra o geldi, tahmin ettiğim şeyleri söyledi. bende olmayan ne vardı ki dedim. gitti. hiçbişey hissetmedim, bıçak kesse kanım akmaz gibiydi o an. hiç ağlamadım. hiç düşünmeden onu aradım, düğünü söyledim. oralardaymış yanına gittim. üç sene önceki gibiydi hersey. kimseye bişey anlatmadım o gece. hiçbişey yokmuş gibi davrandım. az önce sokak ortasında üç senelik ilişkisinin bittiğini öğrenen kadın ben değildim. sanki üç sene öncesinden devam ediyormuş gibiydim.  hala düşündükçe hiç ağlamamama şaşırıyorum. ben ki başım ağrısa ağlamaya başlayan bi insanım. diğer ortak arkadasları, ailesini, işini, okulunu konuşurken iyiydi herşey. sabah olana kadar bira içip konuştuk. ve o gün son oldu. damdan düşer gibi kimsenin hayatına girmeye hakkım yoktu. ertesi gün çok ağladım. yakınımda herkese başıma geleni binlerce kez anlattım. bikaç gün ağzıma bi lokma yemek bile atamadım. zamanla acın geçecek dediler, inanmadım. tuhaftır bu sefer hiç öfke duymadım. eskiden olsa ağzıma gelen küfürleri etmek için bin kez telefon açardım. yapmadım. dostlarım yanımda oldular. en beklemediğim insanlar en çok desteği veren oldu. beni yalnız bırakmayan, telefonda saatlerce dinleyen, bana evini açan. annem bu kadar kaptırdığını bilmiyordum dedi, babam kızımın da kalbini kıran bi erkek çıktı erkekler böyledir dedi, halalarım güç ve moral verdi. hikayeler dinledim. kitaplar okudum. zamanın herşeyin ilacı olduğuna inandım. toparlandım sandım. bu sabah çekmeceleri toplarken o gecenin düğün davetiyesi çıktı. bu hikayeyi ağlayarak yazdım.

Friday, August 24, 2012

...  kuzuyuz biz bi kere, bizim ailede halam gibi sabahları penceresinin önünde adaların önünden kırmızı keloğlan teknesinin geçmesini bekleyen bir halamız var, nasıl olur da küçücük bir teneke kutu içinde çalışmak bizi mutlu edebilir ki. belkilere kalmasa keşke işimiz ama belki de istediğin bir fırsat çıkacak karşına. babam hep bazı şeyler istediğimiz gibi olmuyor hayatta napalım der ama sen hep düzeltmeye, elinden geleni yapmaya çalışırsın, evini değiştirirsin, araban olur, olur bunlar ablişim. sen öyle bir yerde asla çalışmazsın biliyorum eminim, öyle yerlere de layık değilsin zaten, gerçekten. keşke şu okuldaki tiplerin hepsini alıp oraya kapatabilsek, biz de ofislerimizde çiçeklerimizi sulasak. sen ümidini kaybetme, bugün senin sorduğun soruyu babama da sordum, hani bizim gibi insanlar kalmadı mı diye, var var çok var merak etme dedi. (ona da bizim yazlık en güzel yazlık gibi geliyormuş orcan filan herkese en güzel gelirken) sen kendi doğrularında kendi istediklerinle yaşa dedi bana. böyle sözler bi kitapta okuyunca çok klişe gelir ama babanın ağzından duyunca insan bi silkeleniyor. belki de gerçekten var az da olsa güzel insanlar dışarda, kıymetli insanlar. biz de kıymetliyiz, annemiz babamız halamız bizi ağaç kovuğunda bulmadı ya :)

 **

 benim bi canım var, o da benim kardeşim. bizim gizli bi sayfamız var, sadece birbirmize mektuplar yazdığımız. işte bu da, benim canımın çok sıkkın oldugu bi gün bana yazdığı yazı. 

*

başka insanları, başkalarının avamlıklarını, görgüsüzlüklerini, hırslı dünyalarını, küçük hayatlarını, hayalsiz yaşamlarını, başarı öykülerini, gurulanma, böbürlenmelerini, sığlıklarını, hikayelerini dinledikçe hep şu soruyu soruyorum kendime: "bizim gibi insanlar hiç mi kalmadı?"

Saturday, August 11, 2012

İstanbul'dan çok sıkıldım. 2004'ten beri burada yaşıyorum, ilk zamanlar heyecan vericiydi, son birkaç yılda çekilmez gelmeye başladı, sevmediğim bir şehir oldu. Ne zaman uzaklaşsam dünya varmış diyorum, daha önce hiç aklıma gelmeyen şehirlerde yaşama işini düşünmeye başlıyorum.

İstanbul'dan yola çıktık dün. Trafikteki kalabalık, aceleci insanlar, bir saniye önünde yavaş gitsen anında selektör yapmaya başlayan, ikinci saniyede kornaya abanan sabırsız ve mutsuz insan yoğunluğu yavaş yavaş azaldı. 70-80 km sonra otoban iyice boşalmıştı. sanki istanbul'un o çılgınlığından uzaklaştığımı yolla birlikte hissediyordum. az önceki o trafikte durmadan araba sollamaya çalışan, bi türlü şeridinde gidemeyen, kısacası diğer istanbullulara benzeyen özge gitti, yerine yavaş, sakin, dingin bi özge gelmeye başladı. sonra yavaş yavaş bulutların rengi laciverde döndü. etrafı olağanüstü güzellikte bir yağmur kokusu kapladı. bir süre sonra ise yağmur yağmaya başladı. uçsuz bucaksız gibi gözüken otobanda sadece gökçe ve ben vardık. gökçenin hazırladığı o güzel yol cd'si, eğlencelik aldığımız kola, cips, jelibonlar. bomboş yollar, yağan yağmur, güzel müzik, kırklareliye 100 km kaldı tabelasıyla birlikte içimi huzur kapladı.

eve geldik, annem en güzel yemeklerini yapmış. babamla rakı içerken, özel hayatımdan, derslerimden girip, rakının adeti olması üzerine dünyayı kurtarma meselelerinden çıktık. yemek sonrası yürüyüş, bir çay bahçesinde annemle çay, eve gelirken dondurma. eve geldiğim gibi salondaki koltukta uyuyakaldım.

artık bi tek babamla rakı içtiğimden olsa gerek, bugün de sabahtan beri devamlı akşam olsa da rakı içsek diye düşündüm durdum. annemle pazara gidip 40 kilo domates aldık, konserve yapması için. bikaç kilo vişne likörlük ve normalde yemesi aklıma gelmeyen bin çeşit meyve. bizim elektrik süpürgesi bozulduğu için yeni çok yüksek wattlı kıpkırmızı bi elektrik süpürgesi bir de. nedense istanbulda tek başıma istinyeparka gidip alalade bi süpürge almaktansa, annemin seçip beğendiği süpürgeyi almak ayrı bi hoşuma gitti.

buraya dair en hüzünlü şey, canımıniçi babaannemin her gelişimde gitgide güçsüzleştiğini ve yaşlandığını görmek. yanaklarından 100'er kere öperek ona güç ve moral vermeye çalışıyorum.

yarın yine istanbul'a dönüş. bu sefer gökçe burada kalıyor. her istanbul'a gidişimde artık annemlerin yanına daha sık gelicem diyorum ama gidince de üşeniyorum gelemiyorum. ama bu sefer kararlıyım.

Monday, July 23, 2012

blog okumaya geri döndüm. eski sevdiklerimden önce simiole, sonra deryik'i, en son parizyen ay lambasını 2005lerden başlayarak tekrar okudum. off. herkes ne kadar büyüdü

Saturday, July 14, 2012

*

yazmak zor artık kendim hakkında. denesem de zorlama olur hersey. deftere bile yazamam uzun uzun. belki şansımdan, dertleşmek istediğimde yazmak yerine konuşabildiğim biri var. büyüdüm de biraz. romantiklikten kurtuldum. herseye üzülmez oldum. belki birini kaybetmek büyütüyordur insanı. birini kaybedince bi daha hiçbişey eskisi gibi olmuyor. kalbinde hep bir ağırlıkla yaşıyorsun. ve sen son nefesini verinceye kadar geçmeyecek bir ağırlık oldugunu da biliyorsun. halamı bir daha göremeyecek miyim. bir kez bile mi. bir dakika bile mi. gözlerimi yumana kadar bir kez bile. işte o yüzden hiçbişey eskisi gibi olmuyor ve kalbinde asla azalmayacak bir ağırlık oluyor.
işte o yüzden ben artık herseyi kafama takamıyorum. sadece sevdiğim herkese sağlık diliyorum.

tabi çelik de değişti

bunu sececektim aslında blog adresi olarak. de'yi ayrı yazamamak içimde bir takım sıkıntılara sebep oldu, secmedim. ben görmeyeli bu işler değişmiş. blog arayuzu bu yazdıgımız sayfa falan mesela. geçen yıllar içinde ben de biraz değiştim tabii. en önemlisi bikaç sey öğrendiğimi farkettim eski sayfalarıma bakınca. 1- büyük konuşmamayı. 2- hayal kurmamayı. şaka şaka, hala hayalperestim. belki biraz da gerçekçi.

*